Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin[1] 6. maddesinin metninde mahkemeye erişim/ulaşma hakkı açıkça düzenlenmemiştir. Ancak bu durum, bu hakkın Sözleşme’nin bu hükmü altında korunmayacağı anlamına gelmemektedir. Sözleşme’nin 6. maddesini 1969 tarihli Viyana Sözleşmesi’ne ve Sözleşme’nin başlangıç bölümünde ifadesini bulan hukukun üstünlüğü ilkesine dayanarak yorumlayan[2] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi[3]…
GİRİŞ
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin[1] 6. maddesinin metninde mahkemeye erişim/ulaşma hakkı açıkça düzenlenmemiştir. Ancak bu durum, bu hakkın Sözleşme’nin bu hükmü altında korunmayacağı anlamına gelmemektedir. Sözleşme’nin 6. maddesini 1969 tarihli Viyana Sözleşmesi’ne ve Sözleşme’nin başlangıç bölümünde ifadesini bulan hukukun üstünlüğü ilkesine dayanarak yorumlayan[2] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi[3], mahkemeye erişim/ulaşma hakkının, Sözleşme’nin 6 § 1 maddesi kapsamında korunan haklar kategorisi içinde olduğuna karar vermiştir[4]. Mahkemeye ulaşma hakkı, 6. maddede korunan « mahkeme hakkının (droit à un tribunal/right to a court) » bir unsurunu oluşturmaktadır[5]. Dolayısıyla, adil yargılanma hakkı altında içtihatla oluşturulan bir hak olan mahkemeye erişim hakkı[6], Sözleşme’nin 6 § 1 maddesinin koruma kapsamına girmektedir[7].
Mahkemeye erişim hakkı, herkesin medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ile ilgili olarak bir yargı organı önünde dava açabilme ve bir dava açmak için gerekli imkanlara sahip olabilme hakkı olarak tanımlanabilir[8]. Bununla birlikte, mahkemeye erişim hakkını, dava açma hakkıyla ve dava açabilmek için gerekli kolaylıkların sağlanması hakkı ile sınırlandıramayız. Bu hak, ulusal mevzuatın öngörmesi durumunda kanun yollarına başvurma hakkını[9] ve belirli bir talepte bulunma hakkını da[10] kapsamaktadır. Adalet Bakanlığı mahkemeye erişim hakkını daha geniş bir şekilde tanımlamaktadır. 2010-2014 Stratejik Planında mahkemeye erişim hakkı, « toplumun tüm kesimlerinin ihtiyaç duydukları adalete kolaylıkla ulaşabilmesi ve haklarını etkili bir şekilde arayabilmesi için devletin gerekli tüm imkanları sağlaması ve bu imkanların varlığını etkin bir şekilde tanıtması » olarak tanımlanmaktadır[11]. Bu tanım mahkeme erişim hakkı ile ilgili olarak devlete pozitif bir yükümlülük yüklemektedir. Dolayısıyla devlete, vatandaşlarının mahkemeye ulaşmalarını sağlamak için varolan tüm engelleri ortadan kaldırma ve gerektiğinde yargı organlarına erişimi kolaylaştıracak mekanizmalar oluşturmak için gerekli kurumsal altyapıyı oluşturma yükümlülüğü getirilmektedir[12]. Söz konusu pozitif yükümlülük AİHM’in Airey kararında açıkça dile getirilmiştir[13].
AİHM içtihatlarında mahkemeye ulaşma hakkı, önemli ve temel bir yer işgal etmektedir. Bu hak, Sözleşme’de korunan tüm hakların bağlı olduğu hukukun üstünlüğü ilkesinin gerçekleşmesi için gerekli şartların başında gelmektedir[14]. Mahkemeye erişim hakkı Sözleşme’nin tanıdığı haklardan yola çıkarak yeni açılımlara olanak sağlayan anahtar haklardan biri[15] olmakla birlikte, adli yardım mekanizması sayesinde dava harçlarını ödeyebilen ve ödeyemeyen taraflar arasında silahların eşitliği ilkesini sağlama amacındadır[16]. Bireyin bu haktan faydalanamaması durumunda Sözleşme’nin 6. maddesinin ilk fıkrasında ifade edilen bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, makul sürede, hakkaniyete uygun ve aleni olarak yargılanma hakları anlamlarını yitirmektedir[17]. Gerçekten de mahkemede dava açma hakkından mahrum bırakılan şahıslar, aynı zamanda yukarıda belirtilen bu haklardan da doğrudan doğruya mahrum bırakılmaktadırlar. Ayrıca mahkemeye ulaşma hakkının mevzuatta kabul edilmesi yeterli değildir. Bu hakkın ulaşılabilirlik ve etkililik unsurlarını kendi içinde barındırması gerekmektedir ve bunun için, mahkemeye erişim hakkının sadece teoride değil aynı zamanda pratikte de varolması gerekmektedir[18].
Mahkemeye erişim hakkı mutlak bir hak değildir. Bu hak « zımni sınırlamalara (implied limitations/limitations implicites) » tabi olabilir. Yapılan sınırlamaların, meşru bir amaca yönelik olması ve ulaşılmak istenen amaç ile orantılı olması gerekmektedir. Mahkemeye erişim hakkı, doğası gereği, devlet tarafından düzenlenmeye muhtaçtır. Bu nedenle bu hakkın yerine getirilmesi ile ilgili olarak devletin geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Bu hakkın sınırlanmasında devletin kendisine sınırlı bir şekilde tanınan takdir yetkisini aşıp aşmadığını belirlemek AİHM’e aittir[19]. Mahkeme içtihatlarına göre mahkemeye erişim hakkına yapılacak sınırlamaların hakkın özünü zedelememesi gerekmektedir[20]. Dolayısıyla Mahkeme, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklarda, bireylerin mahkemeye ulaşmalarını orantısız bir şekilde engelleyen, kendilerine aşırı yük yükleyen ve hakkın özüne zarar veren sınırlamaları Sözleşme’nin 6 § 1 maddesine aykırı bulmaktadır[21]. AİHM’in anlayışına göre adalet, ancak, kisilerin kendi haklarını etkili bir şekilde yargı organları önünde savunma imkanına sahip olmalarıyla yerine gelebilmektedir[22].
Türkiye’deki hukuk davalarında ve idari davalarda mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamalar, Sözleşme’nin 6. maddesi anlamında sorun çıkarabilmektedir. Mahkemeye ulaşma hakkı ile ilgili olarak Türk hukukunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile uyumsuz olan noktaları[23] nelerdir diye sorulduğunda iki konu karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak, dava harçları mahkemeye erişim hakkı bakımından sorun çıkarabilmektedir (I). İkinci olarak, hukuk mahkemeleri ve idari mahkemelerde görülen tazminat davalarında fazlaya ilişkin taleplerin süreaşımı nedeniyle istenememesi nedeniyle mahkemeye ulaşma hakkı engellenebilmektedir (II).
I. DAVA HARÇLARININ ÖDENMEMESİNDEN DOLAYI MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKININ ENGELLENMESİ
Mahkemeye erişim hakkı hak arama özgürlüğünün bir boyutunu oluşturmaktadır. Ekonomik nedenlerle kişinin hakkını arayamayacak durumda olması hak arama özgürlüğünü anlamsız kılmaktadır[24]. AİHM önünde adli yardım taleplerinin reddedilmesi ve buna bağlı olarak dava harçlarının ödenmemesinden dolayı davanın açılmamış sayılması, sistematik bir şekilde Sözleşme’nin 6 § 1 maddesi ile koruma altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlali sonucunu doğurmaktadır. Öncelikle bu ihlalin nedenleri ve bu ihlalin ortadan kaldırılması için yapılması gereken düzenlemeler üzerinde durmak gerekmektedir (A). Ayrıca mahkemeye ulaşma hakkı ile ilgili olarak AİHM önünde ortaya çıkan bir başka sorun, davanın kazanılmasından sonra, karar ve ilam harcının yatırılmaması nedeniyle kararın ilgiliye tebliğe çıkarılamaması ve icraya konulamamasıdır (B).
A. Dava harçları ile ilgili adli yardım talebinin reddedilmesinden dolayı mahkemeye erişim hakkının engellenmesi
AİHM’e göre, ekonomik nedenlerle mahkemeye ulaşma hakkı sınırlanabilmektedir. Yargının iyi işlemesi, mahkemeye ulaşma hakkına parasal nedenlerle sınırlama getirilmesini haklı kılabilmektedir[25]. Dolayısıyla idari davalarda ve hukuk davalarında mahkemelere harç adı altında para yatırılmasının istenmesi tek başına Sözleşme’nin 6. maddesine aykırı değildir[26]. Ancak Mahkeme, dava harçlarından dolayı başvurucuların mahkemeye erişim haklarının engellenmemesi gerektiğini ifade etmektedir. Mahkeme bu hakka, harçlardan dolayı sınırlama getirilmesinin haklı olup olmadığını incelerken, istenen harç miktarını, başvurucunun ödeme durumunu ve davanın hangi aşamasında ödemenin talep edildiğini gözönünde bulundurmaktadır[27]. Bu kriterlere ek olarak Mahkeme, davanın başvurucu için önemini, davadaki hukuki meselenin karmaşıklığını ve başvurucunun kendini temsil kabiliyeti olup olmadığını dikkate almaktadır[28]. Bu kriterler ışığında Mahkeme, başvurucunun adli yardım[29] talebinin reddedilerek kendisinden istenen harcın Sözleşme’nin 6 § 1 maddesi anlamında mahkemeye ulaşma hakkını haklı bir şekilde sınırlayıp sınırlamadığına karar vermektedir. Mahkeme, hak arayanların ekonomik ve sosyal durumlarını dikkate alarak, dava açma konusunda mahkemeler önünde fiilen dezavantaj olarak değerlendirilebilir bir duruma düşebilecek ekonomik yönden kötü durumda olan kesimleri korumaktadır[30].
Mahkemeye ulaşma hakkı ile ilgili olarak Türkiye ile ilgili ilk önemli karar Bakan/Türkiye[31] kararıdır. Bu davada güvenlik kuvvetleri, kaçan bir şahsa ateş etmişler ve mermilerden biri sekerek başvurucunun eşine isabet etmiş ve başvurucunun eşi hayatını kaybetmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi önünde kendisi ve iki çocuğu adına dava açan başvurucu, adli yardım talebinde bulunmuş ve bu talebi kabul edilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda Asliye Hukuk Mahkemesi dosyanın görevli idare mahkemesinde açılması gerektiğini belirterek görevsizlik kararı vermiştir. Başvurucu bunun üzerine Diyarbakır İdare Mahkemesi önünde dava açmış ve yeniden adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardım talebi, davanın kazanılma şansının zayıflığı (görünüş itibariyle haklılık) ve avukatla temsil edilmesi gerekçe gösterilerek reddedilmiştir. İdare Mahkemesi, başvurucudan dava harçlarını ödemesini isteyerek bunun için kendisine süre vermiştir. Başvurucu, Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kendisinin adli yardım talebini kabul ettiğini ve bu nedenle idari yargılama aşamasında da adli yardımdan faydalanması gerektiğini ifade etmiştir. Ancak İdare Mahkemesi bu talebi kabul etmemiş ve davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir.
Başvurucu davasını AİHM önüne getirmiştir. AİHM, yukarıda belirtilen kriterleri dikkate alarak öncelikle, başvurucunun talebinin davanın esasına girilmeden reddedildiğini belirtmiştir. Mahkeme, talep edilen harç miktarının yaklaşık olarak 170 Euro’ya denk geldiğini belirterek, bu miktarın o dönemde asgari ücretle çalışan bir kişinin iki aylık maaşına denk geldiğinin altını çizmiştir. Mahkeme’ye göre, başvurucunun o dönemlerde herhangi bir geliri bulunmamaktadır ve kendisinden söz konusu miktarı ödemesini beklemek zordur. Mahkeme, Asliye Hukuk Mahkemesi ile İdare Mahkemesi arasındaki farklılığa dikkat çekmiş ve başvurucun her iki dava arasındaki dönemde ekonomik durumunun düzeldiğini gösteren hiçbir verinin olmadığını da ifade etmiştir. Mahkeme ayrıca, İdare Mahkemesi’nin başvurucunun avukatla temsil edildiğinden yola çıkarak dava harçlarını da ödeyebileceği yönündeki çıkarımını da eleştirmiştir. Mahkeme, İdare Mahkemesi’nin başvurucunun adli yardım talebiyle ilgili olarak onun ekonomik durumuna bakmak yerine, avukatla temsil edilmesi konusuna eğildiğine dikkat çekmiş, bu durumda bile avukatın herhangi bir ücret almadığının dosyadan anlaşıldığını belirtmiştir.
Davayı kazanma ihtimali ile ilgili olarak AİHM, İdare Mahkemesi’nin aslında davanın esası hakkında tam bir inceleme yapmadan karar verdiğini söylemiştir. Sonuç olarak, Türkiye’deki adli yardım sisteminin keyfiliği önleyecek gerekli güvenceleri sağlamadığı sonucuna varılmıştır. Adli yardım talebinin reddedilmesine karşı herhangi bir itiraz yolunun öngörülmemiş olması da gerekçelerden biri olarak ifade edilmiştir. Bunların yanı sıra, bir mahkemenin adli yardım talebini red kararının başka bir mahkeme tarafından incelenmesini sağlayacak itiraz yolunun bulunmaması ve karar verilirken adli yardım talebinde bulunanların dinlenmemesi mahkemeye erişim hakkına aykırı bulunmuş ve bu hakkın özüne zarar verildiği kanaatine varılmıştır.
Dava harçlarının öden(e)memesinden dolayı davanın açılmamış sayılması şahısların sadece idare mahkemelerine erişim haklarını ilgilendirmemektedir. Aynı sorun Askeri Yüksek İdare Mahkemesi[32] önünde de geçerlidir. Askeri idari davalarda mahkemeye ulaşma hakkı ile ilgili ortaya çıkan sorun, aslında idari davalarda ortaya çıkan sorunla aynıdır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin adli yardım mekanizmasından faydalanamayan ve dava harcını ödeyemeyen başvurucuların davalarının açılmamış sayılmasına karar vermesi, Bakan/Türkiye kararındaki gerekçelerle Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlali sonucunu doğurmaktadır. Bu konuda AİHM tarafından verilen birçok karar bulunmaktadır.
Örnek olarak Fatih Yürük/Türkiye[33] davasında, askerliği sırasında Hepatit B virüsü kaptığını iddia eden başvurucu, AYİM önünde adli yardım talebiyle birlikte tazminat davası açmıştır. Başvurunun görünüş itibariyle haklı olmadığı ve verdiği fakirlik belgesinde muhtar ile birlikte ihtiyar heyetinin de imzasının olması gerektiği gerekçe gösterilerek, başvurucunun adli yardım talebi reddedilmiştir ve başvurucu dava harcını ödeyemediği için davasının açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Benzer durum Bek/Türkiye[34] davası için de geçerlidir. Bu davada, askerde yaralanmasından dolayı Mehmetçik Vakfı’ndan kendisine 300 TL aylık bağlanan başvurucunun adli yardım talebi ve tazminat davası, söz konusu maaş göz önüne alınarak reddedilmiş ve davasının açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Aynı şekilde Adnan Özdemir/Türkiye[35] ve Eşref Çakmak/Türkiye[36] davalarında AYİM, başvurucuların adli yardım taleplerinin eski Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 465. maddesindeki şartları taşımamalarından dolayı davalarının açılmamış sayılmalarına karar vermiştir. Bir başka davada, askerliğini yapmakta olan çocuklarının çıkan çatışmadan sonra örgüt tarafından kaçırılması nedeniyle idare aleyhine dava açmak isteyen başvurucuların adli yardım talepleri reddedilmiştir. AYİM adli yardım talebinin yasadaki şartları taşımadığı gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir[37]. Son olarak, Eyüp Kaya/Türkiye[38] davasında, askerdeyken gözünden rahatsızlanan başvurucu, AYİM’e başvurmuş ve fakirlik belgesiyle birlikte adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvurucunun talebi de aynı şekilde eski 465. maddedeki şartlar yerine getirilmediğinden dolayı reddedilmiştir. Bu davaların tümünde AİHM, AYİM’in başvurucuların adli yardım taleplerini reddetmekle onların mahkemeye ulaşma haklarının özüne zarar verdiğine ve Sözleşme’nin 6. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir[39].
Dikkat edileceği üzere AİHM önünde davacılar tarafından dava harçlarının ödenememesi nedeniyle ilgili yargı organı tarafından davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi Sözleşme’nin 6. maddesi ile koruma altına alınan mahkemeye ulaşma hakkının ihlali sonucunu doğurmaktadır. Bu ihlalin asıl nedeni, eski Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 465. maddesinin hükümleridir. Bu maddenin ortaya çıkardığı sorunlarla birlikte, 6100 sayılı yeni Hukuk Muhakemeleri Kanununun adli yardım ile ilgili hükümlerinin, AİHM içtihatları ışığında varolan sorunu çözüp çözmediğini incelemek gerekmektedir.
1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 465. maddesi ve müteakip hükümlere göre, adli yardım talebinin kabul edilebilmesi için ilgili şahsın, fakirlik durumunu ve haklı olduğunu ispatlaması gerekmekteydi. Adli yardım talepleri ile ilgili kararlar duruşma yapılmaksızın ve dosya üzerinden incelenmekteydi. Ayrıca adli yardım taleplerinin reddedilmesi ile ilgili kararlar kesin olmakla hiçbir yargı organı önünde itiraza konu olamamaktaydı.
AİHM, 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 465 ve devamı maddeleri ile oluşturulan Türkiye’deki dava harçları ile ilgili adli yardım mekanizmasının, Sözleşme’nin 6. maddesi ile koruma altına alınan mahkemeye ulaşma hakkı için gerekli güvenceleri sağlamadığını söylemektedir. İlk olarak, ilgili mahkemelerin, esasa ilişkin herhangi bir inceleme yapmadan esas hakkında beyanda bulunduklarını belirtmektedir. Mahkeme’ye göre, bu nedenden dolayı tüm adli yardım taleplerinin reddedilmesi mümkün olabilmektedir çünkü, davanın yerinde olup olmadığı ve kazanma şansının olup olmadığı kişiden kişiye, yargılamanın aşamasına ve hâkimin takdirine göre değişebilmektedir. Bu nedenle AİHM, adli yardım talebini reddeden ve davanın açılmamış sayılması yönündeki karara karşı bir itiraz mekanizmasının olmamasının, hak arayan ilgili şahıslar için gerekli güvencelerin var olmadığı anlamına geldiğini söylemektedir[40]. Bunun yanı sıra, daha önce de belirtildiği gibi, dava harçları ile ilgili adli yardım talepleri dosya üzerinden incelenmektedir ve ilgili yargı organı, davacıları dinlemeden karar vermektedir. Bu durum da AİHM tarafından özellikle Kaba/Türkiye davasında açıkça eleştirilmiştir[41].
Adli yardım ile ilgili olarak AİHM ayrıca, başvurucuların maaşlarının olması veya avukatla temsil ediliyor olmalarının harcı ödeyebilecekleri anlamına gelmediğini söylemektedir[42]. Yukarıda belirtildiği gibi, istenen tazminat miktarına, başvurucuların ekonomik durumlarına, davanın bulunduğu aşamaya, davanın başvurucu için arz ettiği öneme, davada uygulanacak hükümlerin karmaşıklığına ve başvurucunun kendini temsil kabiliyeti olup olmadığına bakmak gerekmektedir. Ancak bu şekilde kapsamlı bir incelemeyle mahkemeye erişim hakkı önündeki engeller aşılarak, Sözleşme’nin 6. maddesi ile Türk hukuku arasındaki uyumsuzluk giderilebilir. AİHM içtihatları ışığında, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda öngörülen Türkiye’deki dava harçları ile ilgili adli yardım mekanizması açıkça, Sözleşme’nin 6. maddesine anlamında ciddi sorunlar yaratmaktadır.
Şimdi de, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun adli yardımla ilgili hükümlerinin Türk iç hukuku ile Sözleşme hukuku arasındaki bu uyumsuzluğu giderip gidermediği sorusu üzerinde durmak gerekmektedir.
Ne yazık ki, 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu ile ilgili eksiklikler, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 334. maddesi için de geçerlidir. Bu hüküm adli yardım talebinde bulunanların, dava harçlarından kısmen veya tamamen muaf olmak için haklı oldukları konusunda ilgili yargı organını ikna etmeleri gerektiğini öngörmektedir[43]. Dikkat edileceği üzere, adli yardım ile ilgili 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 334 ve devamı maddeleri ile eski Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 465 ve devamı maddeleri arasında bu bakımdan hiçbir farklılık bulunmamaktadır. Dava harçlarından muaf hale gelmek için adli yardım talebinde bulunan şahısların « kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun » olduklarını ve « iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, haklı oldukları yolunda kanaat uyandırmak » zorunda olduklarını ispatlamaları gerekmektedir. Dolayısıyla, adli yardım ile ilgili olarak yeni Hukuk Muhakemeleri Kanununda hiçbir yenilik getirilmemiştir ve hukuk davalarında[44] Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlalini ortaya çıkaran sorunlar ne yazık ki halen devam etmektedir.
Mahkemeye ulaşma hakkı ile ilgili olarak AİHM önünde ortaya çıkan bir başka sorun, davanın kazanılmasından sonra, karar ve ilam harcının yatırılmamasından dolayı kararın ilgiliye verilmemesi ve icraya konulamaması ile ilgilidir.
B. Karar ve ilam harçlarının ödenememesinden dolayı mahkemeye ulaşma hakkının ihlali
Yukarıda belirtildiği gibi mahkemeye ulaşma hakkını, dava açabilme hakkı ile sınırlandıramayız. Bu hak aynı zamanda, davaya bakmaya yetkili yargı organının önüne gelen hukuki sorunları inceleyebilmesini de şart koşmaktadır. Dolayısıyla mahkemeye ulaşma hakkından çıkan ikinci bir hak, hukuki sorunları inceleyebilecek yetkili bir mahkeme tarafından yargılanma hakkıdır. Ancak, ilgili mahkemenin önüne gelen bir uyuşmazlığı incelemesi yeterli değildir ; bu yargı organının uyuşmazlık ile ilgili olarak karar verebilmesi de gerekmektedir. Bir davada herhangi bir karar verilememesi açılan davayı anlamsız kılmaktadır. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkına bağlı olan üçüncü hak, bir yargı kararı elde etme hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkının gereklerinin yerine getirilmesi için dava açma, uyuşmazlığın bir yargı organı tarafından incelenmesi ve karara bağlanmasının yanında, elde edilen kararın icraya konulabilmesi ve bunun için kamu makamlarının gerekli tedbirleri almaları da gerekmektedir[45]. Kararın icraya konulabilmesi, mahkemeye ulaşma hakkının dördüncü boyutunu oluşturmaktadır[46].
Mahkemeye erişim hakkının bu dördüncü boyutu ile ilgili olarak Türkiye’deki eski mevzuat AİHS ile açıkça uyumsuzdu. 492 Sayılı Harçlar Kanununun 28. maddesinin a) bendine göre karar ve ilam harcı ödenene kadar, kararın ilgiliye verilmesi mümkün değildi. İlgili şahıs, dava lehine sonuçlanmasına rağmen bu harçları ödemeden kararın bir nüshasını elde edememekteydi ve dolayısıyla kararı icraya koyamamaktaydı. Davayı kazanan tarafın normal şartlarda bu harçları ödemesi gerekmemekteydi. Harçları yatırması gereken ama davayı kaybetmiş olan taraf, harç tutarını ödemediği sürece – ki uygulamada çoğu zaman bu durum söz konusuydu – karar taraflara tebliğ edilememekteydi ; bu nedenle bu karar kesinleşememekteydi ve icraya konulamamaktaydı. Genellikle davayı kazanan taraf, davayı kaybeden taraf yerine söz konusu harçları ödemek zorunda kalmaktaydı ve sonrasında açtığı icra takibinde bu harç miktarlarını davalıdan talep etmekteydi. Kaldı ki 492 Sayılı Harçlar Kanununun 32. maddesi[47] bu yola imkan vermekteydi[48]. Davayı kazanan şahsın karar ve ilam harcı ödeyebilmesi durumunda sorun ortaya çıkmamaktaydı. Buna karşın, davayı kazanmasına rağmen davayı kazanan tarafın söz konusu harcı ödeyememesi durumunda kararın icraya konulamaması mahkemeye ulaşma hakkı açısından sorun çıkarabilmekteydi.
Ülger/Türkiye kararında AİHM açıkça, bu durumun mahkemeye erişim hakkına zarar verdiğini ifade etmiştir. Bu davada, davayı kazanan başvurucu ilgili yargı organından, davalının ekonomik durumunun kötü olmasından dolayı kaçma riskini göz önünde bulundurarak ilamı icraya koymasına izin vermesi talebinde bulunmuştur. Ancak ilgili mahkeme, 492 Sayılı Harçlar Kanununun 28. maddesinin a) bendine dayanarak bu talebi reddetmiştir. AİHM önünde Sözleşme’nin 6. maddesinden şikayet eden başvurucu, bu durumun mahkemeye ulaşma hakkına zarar verdiğini iddia etmiştir. AİHM, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili bir kararın icrasının « mahkeme hakkının » bir parçası olduğunu hatırlattıktan sonra, davayı kaybeden tarafa ait olan dava ve ilam harcının başvurucu tarafından yatırılması zorunluluğunun başvurucuyu, lehine olan kararın icrası hakkından mahrum bıraktığını belirtmiştir. AİHM, 492 Sayılı Harçlar Kanununun 28. maddesinin a) bendini öne süren ilgili yargı organının başvurucuya yüklediği ekonomik yükümlülüğün, kendisinin lehine olan yargı kararına ulaşmasını engellediğini söylemiştir.
Mahkemeye ulaşma hakkının ihlal edilip edilmediğini belirlerken Mahkeme, davanın kendine özgü şartlarını, özellikle başvurucunun söz konusu harç miktarını ödeme gücünü ve bu yükümlülüğün yerine getirileceği zamanda davanın bulunduğu aşamanın dikkate alınması gerektiğini ifade etmiştir. Bu davada inşaat işçisi olan başvurucu, maaşını alabilmek için dava açmış, davayı kısmen kazanmıştır ancak, başvurucunun davanın kesinleşmesi için dava ve ilam harcını yatırma durumunun olmadığı anlaşılmaktadır. AİHM, mahkemeye ulaşma hakkının devlete sadece bu hakka müdahale etmeme negatif yükümlülüğünü yüklemekle yetinmediğinin, aynı zamanda bu hakkın etkin bir şekilde kullanılabilmesi için gerekli düzenlemeleri yapma pozitif yükümlülüğü yüklediğinin altını çizmiştir. Taraf devletin başvurucuyu kesinleşen bir kararı icraya koyabilmek için tüm yargılama giderlerini karşılamak durumunda bırakarak pozitif yükümlülüğünü yerine getirmediğini belirtmiştir. Buradaki pozitif yükümlülük hukuk sistemini gerek teoride gerekse pratikte etkili hale getirmekle mümkün olmaktadır. Mahkeme son olarak, başvurucudan istenen harç miktarı ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir denge kurulmadığından dolayı orantılılık ilkesinin de ihlal edildiği ve başvurucunun mahkemeye ulaşma hakkının özüne zarar verildiği sonucuna varmıştır[49].
Ülger/Türkiye davasındaki bu ihlal kararı[50] Türkiye’de ancak kararın verilmesinden yaklaşık olarak iki yıl sonra dikkate alınmıştır ve 492 Sayılı Harçlar Kanununun 28. maddesinin a) bendi, 6009 sayılı kanunun 18. maddesi ile değiştirilerek AİHS’e uyumlu hale getirilmiştir[51].
Mahkemeye ulaşma hakkı ile ilgili olarak AİHM önünde ortaya çıkan bir başka sorun ise tamamen idari davaları ilgilendirmektedir. İdare mahkemeleri önünde dava açtıktan sonra davacının talebini değiştirememesi, bilirkişi raporlarıyla tespit edilen tazminat miktarının tamamını talep edememesine neden olmaktadır ve bu şekilde mahkemeye erişim hakkına zarar verilmektedir.
II. İDARİ YARGILAMA USULÜNDE TALEBİN DEĞİŞTİRİLE-MEMESİNDEN DOLAYI MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKININ ENGELLENMESİ
Türkiye’de hukuk mahkemeleri önünde açılan tazminat davalarında davacı, dava açarken istediği maddi tazminat miktarını ıslah prosedürü sayesinde[52] yargılama sırasında değiştirebilmektedir[53]. Hatta bu durum Hukuk Muhakemeleri Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra, belirsiz alacak davası açılan hallerde ıslaha bile gerek olmaksızın bu mümkündür. Buna karşın idari davalarda ıslah yasağı olduğundan, davacılar ilk taleplerini değiştirememektedirler (A). Aynı şekilde, idari davanın ıslah edilememesinden dolayı, dava açılırken istenen tazminat miktarı davanın uzun sürmesi nedeniyle değer kaybedebilmekte ve bu değer kaybını önlemek için talebin değiştirilerek güncel hale getirilmesi istenememektedir (B). Bu iki durumu İnsan Hakları Sözleşmesi ile Türk hukuku arasında varolan uyumsuzluklar arasında sayabiliriz.
A. Yargılama sırasında öğrenilen gerçek tazminat miktarının süreaşımı nedeniyle istenememesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının engellenmesi
AİHM, süre ile ilgili iç hukuktaki kuralların yargının iyi işlemesi için gerekli olduğunu belirtmektedir[54]. Ancak, süre konusunda yapılan düzenlemelerin ve bunların uygulanmasının, haklarını arayan şahısların ulusal hukukta etkin olan yollarını kullanmasını engellememesi gerektiğini ifade etmektedir. Mahkeme’ye göre, ulusal yargı organlarının usule ilişkin bazı hakları, hakkaniyete uygun yargılamaya zarar verecek nitelikte aşırı formalizmden uzak durarak yorumlamaları ve uygulamaları gerekmektedir. AİHM, iç hukukta süre ile ilgili hükümlerin kişilerin yargı organları önünde haklarını ileri sürmelerine engel teşkil etmesi durumunda, mahkemeye erişim hakkının çiğnenmiş sayılacağınının altını çizmektedir[55].
Bu konuda, Mahkeme’nin 2. Dairesi’nden çıkan, Hükümetin itirazı üzerine ise Büyük Daire önüne giden Sabri Güneş/Türkiye davası üzerinde durmakta fayda vardır. Bu davada başvurucu, açmış olduğu tazminat davasında, tazminat miktarını yargılama esnasında yapılan bilirkişi incelemesi ile öğrenmesine rağmen Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 46 § 4 maddesine göre, bir sene ve altmış günlük süreler geçtiğinden ek tazminat talebinde bulunamamaktan şikâyet etmiştir. 2. Daire, Türk hukukunda bedensel zarara maruz kalan şahısların açtıkları davada istedikleri ilk tazminat miktarının farazi olduğunu ve kişilerin gerçek zararlarının miktarını ancak bilirkişi raporlarıyla öğrenebildiklerini belirtmiştir. 2. Daire, başvurucu Sabri Güneş’in bir senelik zamanaşımı süresi geçtikten sonra tazminat miktarını belirleyen bilirkişi raporundan haberdar olduğunu ifade etmiştir. Daire, şahıslardan dava açarlarken tahmin ettikleri miktardan daha yüksek rakamdan dava açmalarını, bilirkişi raporlarındaki miktarı önceden hesaba katmalarını ve daha fazla dava harcı ödemelerini bekleyemeyeceğimiz görüşündedir. Daire, bu durumun idari dava açan davacılara orantısız bir yük yüklemek anlamına geldiği, bu sınırlamanın ulaşılmak istenen amaç ile orantılı olmadığı, başvurucunun mahkemeye ulaşma hakkının özüne zarar verdiği ve Sözleşme’nin 6 § 1 fıkrasının ihlal ettiği sonucuna varmıştır.
Sabri Güneş/Türkiye davasında yukarıda belirtilen mahkemeye ulaşma hakkı ile ilgili sorunun yanı sıra, kabul edilebilirlik incelemesi bağlamında başvurunun altı aylık süre içinde yapılması kuralı ile ilgili önemli bir sorun bulunmaktaydı. Altı aylık sürenin son günü bir pazar gününe denk geldiğinden 2. Daire, sürenin ertesi güne uzaması gerektiğine karar vermişti ve bu yöndeki eski içtihatlarda bir değişiklik yapma yoluna gitmişti. Hükümetin altı aylık süre kuralına uyulmadığı itirazı üzerine dava Büyük Daire önüne gönderilmiştir ve Büyük Daire, Daire kararını « bozarak » bu başvuruyu, altı aylık başvuru süresine uyulmadığı gerekçesiyle reddetmiştir[56]. Dolayısıyla davanın reddedilmesi esasa iliskin değildir. 2. Daire’nin mahkemeye ulaşma hakkı ile ilgili yaptığı tespitlerin Mahkeme içtihatlarına uygun olduğu açıktır. Kaldı ki, Büyük Daire önünde bu konuda herhangi bir başvuru yapılmamıştır ve Büyük Daire mahkemeye ulaşma hakkı ile ilgili olarak esasa girmediğinden 2. Daire’nin kararını eleştiren herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Bu nedenle, başvurucu Sabri Güneş gibi, zamanaşımı nedeniyle yargılama sırasında alınan bilirkişi raporuna dayanarak fazlaya ilişkin hakkını talep edemeyen bir başka başvurucu için Mahkeme’nin varacağı sonuç, 2. Daire’nin Sabri Güneş/Türkiye davasında vardığı sonuçtan farklı olmayacaktır.
Islah prosedürünün idari yargılama usulünde öngörülmemesinden dolayı bireyler dava açarlarken saklı tuttukları fazlaya ilişkin haklarını isteyememekle birlikte, davanın başında talep ettikleri ilk tazminat miktarıyla bağlı kalmak zorundadırlar. Ek tazminat talepleri çoğu zaman bu haklarının zamanaşımına uğraması nedeniyle reddedilmektedir. Mahkeme’ye ulaşma hakkına yapılan bu tür müdahaleler 6. madde açısından sorun yaratacağından idari yargılama usulünde ıslah prosedürünün tanınması bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır.
Hatırlanacağı üzere Anayasa Mahkemesi, HUMK’nun 87. maddesinin son cümlesini iptal ederek, adli yargıda müddeabihin ıslah suretiyle artırılmasının yolu açılmıştır. Yüksek Mahkeme yerinde bir kararla, « dava açıldıktan sonra davacının müddeabihi “ıslah” yoluyla artırmasını önleyen kural bir hakkın elde edilmesini zorlaştırdığından “hukuk devleti” ilkesine aykırı » olduğuna karar vermiştir[57]. Ancak ne yazık ki, İdari yargılama usulü ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi aynı yönde karar vermeyi reddetmiş ve 16 Haziran 2008 tarihli kararıyla, idari yargılama usulünde ıslah prosedürünün olmamasının Anayasa’ya aykırı olmadığına karar vermiştir. Bu kararda Yüksek Mahkeme, idari yargılama usulünün kendine özgü niteliklerini dikkate almış ve « idarenin sürekli dava tehditi altında kalmaması, uyuşmazlıkların mümkün olan süratle sonuçlandırılması, idarenin faaliyetlerindeki etkililiğin ve istikrarın sürmesi, davalar nedeniyle yönetimce savunmalar hazırlanması ve gerekli idari önlemlerin alınması gibi neden ve olgulardan » dolayı ıslah prosedürünün olmamasının haklı olduğuna karar vermiştir[58]. Mahkemeye erişim hakkıyla ilgili AİHM içtihatlarına aykırı görünen bu yaklaşım, haklı olarak azınlıkta kalan yargıçlar tarafından eleştirilmiştir[59].
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı dikkate alındığında, idari yargılama usulünde ıslah yasağının olmasından dolayı doğacak hak kayıplarını engellemek için yasal düzenlemelerin yapılarak, hak arama özgürlüğünü önemli ölçüde sınırlayan bu engelin kaldırılması gerekmektedir.
B. Yargılama sırasında talep edilen miktarın değer kaybetmesine rağmen talebin değiştirilememesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının engellenmesi
Davanın uzun sürmesinden dolayı dava açılırken talep edilen tazminat miktarının değer kaybetmesinin önüne geçmek için Türk hukukunda herhangi bir mekanizma öngörülmemiştir. Bu durum sadece mahkemeye erişim hakkının ihlali değil aynı zamanda mülkiyet hakkının da ihlali sonucunu doğurabilmektedir.
Mahkeme bu tür davaları Sözleşme’nin 6 § 1 maddesinden çok Sözleşme’ye Ek 1 Nolu Protokol’ünün 1. maddesi altında incelemeyi tercih etmektedir. Bu mesele ilk defa Okçu/Türkiye[60] kararında incelenmiştir. Bu davada, emniyet müdürlüğünde bekçi olarak çalışan başvurucu, silahlı soygun yapan bir grup tarafından yaralanmış ve kurşun yarası nedeniyle başvurucunun sağ eli felç olmuştur. İdari başvurusunun reddedilmesinden sonra başvurucu, 8 Kasım 1991 tarihinde İdare Mahkemesi önünde İçişleri Bakanlığı’na karşı 100.000.000 liralık maddi ve 15.000.000 liralık manevi tazminat davası açmıştır. Bu miktarlar o dönemde toplam olarak 19.000 euroya denk gelmektedir. Ancak, 8 Kasım 2002 tarihinde İdare Mahkemesi’ne verilen bilirkişi raporunda, başvurucunun maddi zararının 254.101.698.965 TL olduğunu tespit edilmiştir.
İdare Mahkemesi, 27 Şubat 2003 tarihli kararında davayı kabul etmekle birlikte, başvurucunun dava açtığı zaman istediği miktarın kendisine maddi tazminat olarak ödenmesine karar vermiştir. Dava açılırken istenen 100.000.000 TL maddi tazminat ve 15.000.000 TL manevi tazminat karar tarihinde 54 euroya ve 8 euroya denk gelmektedir. İdare Mahkemesi, alınan bilirkişi raporunun yerinde olduğunu ve bu raporla belirlenen tazminat miktarının başvurucunun istediğinden çok yüksek olduğunu belirterek, dava açılırken istenen tazminat miktarıyla bağlı olduğu gerekçesiyle bu miktarının ödenmesi gerektiğine hükmetmiştir.
Başvurucu AİHM önünde, 1 Nolu Protokol’ün 1. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının ve Sözleşme’nin 13. maddesindeki etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini savunmuştur. AİHM, başvurucunun zararının tam olarak karşılanamamasının 1 Nolu Protokol’ün 1. maddesi ile korunan mülkiyet hakkına müdahale olduğunu kabul ederek, başvurucunun dava açıldıktan yaklaşık olarak 11 sene sonra bilirkişi raporuyla alacağının 254.101.698.965 TL olduğunu öğrenebildiğini ve alacağının tamamını alabilmesinin iç hukukta mümkün olmadığını belirtmiştir. Mahkeme, idare mahkemelerinde zararın talep edilmesi ile ilgili davaların geç çözümlenmesinden dolayı hak sahiplerinin mağdur olduğunu ifade etmiştir. AİHM, Okçu davasında, iç hukukta başvurucunun mağduriyetini giderici etkili bir itiraz yolunun olmadığı, bu durumun başvurucuyu aşırı bir yük altına soktuğu ve kamu yararının gereklilikleri ile temel hakların korunması zorunluluğu arasında kurulması beklenen adil dengenin bozulduğu kanaatine varmıştır.
Sözleşme’nin 13. maddesi anlamında ise AİHM, idari davalarda hukuk davalarından farklı olarak, ıslah prosedürüne başvurulamadığından başvurucunun on beş yıl önce açtığı idari davanın miktarını değiştirmesinin ve ek tazminat için yeni dava açmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. Mahkeme, kararında bu durumun, İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesinde öngörülen zamanaşımı süresinin zararın öğrenildiği tarihte dolmuş olduğundan kaynaklandığını ifade etmiştir. AİHM, ek dava açılması durumunda bile, yine zamanaşımından dolayı bu ek davanın kazanılma şansının olmadığının altını çizmiştir.
Davacının kalan tazminat tutarını dava açıldığı sırada ileri sürülen tutarın değiştirilememesi ve zamanaşımı nedeniyle talep edememesi, Sözleşme’nin 6. maddesi ile koruma altına alınan mahkemeye erişim hakkı ile ilgilidir. Ancak AİHM bu durumu, başvurucunun şikâyetlerine bağlı kalarak ve ortada bir mülkiyet hakkı söz konusu olduğu için 1 Nolu Protokol’ün 1. maddesi ve Sözleşme’nin 13. maddesi altında incelemeye karar vermiştir. Aslında Mahkeme, 13. madde ile ilgili ihlal gerekçesinde açıkça, ıslah prosedürünün idari yargılama usulünde olmamasından dolayı başvurucunun zamanaşımı nedeniyle mahkemeden talepte bulunamadığının altını çizerek, bu durumun mahkemeye erişim hakkı ile ilgili olduğunu belirtmiştir. Sözleşme’nin 6. maddesi ile koruma altına alınan mahkemeye erişim hakkı ile Sözleşme’nin 13. maddesi ile korunan etkili başvuru hakkının iç içe geçmesinden[61] veya birbirleriyle bağlantılı olmasından dolayı[62], AİHM içtihatlarına göre her iki hükmün birlikte incelenmesi mümkün değildir. Sözleşme’nin 6. maddesi anlamında mahkemeye erişim hakkının 13. maddedeki etkili başvuru hakkına göre daha geniş bir güvence sunması[63] bu durumu değiştirmemektedir.
Okçu/Türkiye davasında AİHM açıkça, idari davalarda ıslah prosedürünün getirilmesinin ihlale sebep olan durumu ortadan kaldıracağına işaret etmiştir. Hukuk davalarından farklı olarak, ek tazminat miktarının idari davalarda ıslah konusu edilememesi, başvurucunun on beş sene önce istediği tazminat miktarını değiştirmesini ve günün şartlarına uyarlamasını ve bilirkişi raporunda belirtilen tazminat miktarını talep etmesini engellemiştir[64]. İç hukukta bu mağduriyeti giderecek AİHS’in 13. maddesi anlamında etkili bir başvuru yolunun bulunmaması Türk hukuku ile Sözleşme hukuku arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkarmaktadır.
Türkiye’de dava sürelerinin uzun olmasından dolayı istenen tazminat miktarları, enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde değer kaybetmektedir. İdari yargılamada ıslah prosedürü olmamasından dolayı davacılar, taleplerini ıslahla artıramadıkları gibi yeni dava da açamamaktadırlar veya açtıkları davalar zamanaşımı nedeniyle reddedilmektedir. Aynı durum davanın başında istenen tazminat miktarı ile yargılama sırasında bilirkişi tarafından belirlenen tazminat miktarı arasında fark bulunması ve aradaki farkın istenememesi durumunda da söz konusudur. Bu konuda Okçu/Türkiye kararından sonra AİHM, Alphan/Türkiye[65] ve Çingil/Türkiye[66] kararlarında da yine aynı nedenlerle Sözleşme’nin ihlal edildiğine karar vermiştir.
SONUÇ
Kanaatimizce, uygulamadan kaynaklanan birkaç durum dışında[67], mahkemeye ulaşma hakkı ile ilgili olarak Türk hukukunun Sözleşme hukukuyla yukarıda belirtilen noktalardaki uyumsuzluğunun giderilmesi, mevzuattaki bazı hükümlerin değiştirilmesi ile mümkündür. Adli yardım konusunda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 334 ve devamı maddelerinin, AİHM’in ortaya koyduğu yukarıda belirtilen kriterler ışığında değiştirilmesi gerekmektedir. Bu değişiklikle adli yardım talebinin mahkeme tarafından esas ile ilgili beyandan bulunulmadan incelenmesi, HMK.m. 337’de değişiklik yapılarak talebin reddi durumunda bu red kararına karşı bir itiraz yolunun öngörülmesi ve talepte bulunanların mutlaka dinlenmesi için gerekli düzenlemelerin HMK.m. 337/1 değiştirilerek yapılması gerekmektedir. Ayrıca yapılacak değişikliklerle, ilgili yargı organlarının dava harçlarından muaf olmak için yapılan adli yardım taleplerini incelerken, istenen harç miktarını, başvurucunun istenen harç miktarını ödeyip ödeyememe durumunu ve davanın hangi aşamada olduğunun gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Bu şekilde dava harçlarının ödene-memesinden dolayı mahkemeye erişim hakkının engellenmesi ile ilgili olarak Sözleşme sistemi ile Türk yargı sistemi arasında varolan uyumsuzluğun giderileceği kanaatindeyiz. İlgili mevzuat değişikliği yapılana kadar Türk hakiminin Anayasa’nın 90. maddesini dikkate alarak, Sözleşme hukuku ile uyumsuz olan ulusal hukuk hükümleri yerine AİHM’in kriterlerini uygulaması, Türkiye’nin Strazburg’ta mahkum olmasını engelleyecektir.
Yukarıda detaylarıyla incelenen mahkeme’ye ulaşma hakkını engelleyen bir başka konu, zamanaşımı süresi dolduktan sonra bilirkişi raporuyla ortaya çıkan ek tazminat miktarının istenememesidir. Islah prosedürü idari yargılama usulünde öngörülmediği için ek tazminatı içerecek şekilde davanın ıslah edilmesi söz konusu değildir ve çoğu zaman ek tazminat ile ilgili talep davacının kusuru olmadan zamanaşımına uğramaktadır. Bu nedenlerle hakları bilirkişi raporuyla tespit edilmesine rağmen başvurucular, ek tazminat ile ilgili olarak mahkemeye erişim hakkından mahrum bırakılmaktadırlar. AİHM içtihadına göre süre, tazminat miktarının kesin ve tam olarak hesaplandığı bilirkişi raporunun tarihi itibarıyla işlemeye başlamalıdır. Ek tazminat talebinin istenebilmesi ve Türk hukuku ile Sözleşme hukuku arasındaki uyumsuzluğun giderilebilmesi, hukuk yargılama usulünde varolan ıslah prosedürünün idari yargılama usulünde de tanınması ve zamanaşımı kavramını hak kaybını önleyecek şekilde yorumlamak ile mümkündür. Hükümet tarafından hazırlanan yeni reform paketinde idari yargılamada ıslah prosedürünün kabul edilmesi öngörülmektedir. Yapılması düşünülen değişikliğin AİHM standartlarına uygun olup olmadığını belirlemek için yapılacak değişikliği ve bu değişiklikten sonraki uygulamayı görmek gerekmektedir.
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
-David Harris & Michael O’Boyle
& Ed Bates & Carla Buckley : Law of the European Convention on Human Rights, 2. baskı, Oxford University Press, Oxford, 2009.
-Ejder Yılmaz: Hukuk Muhakameleri Kanunu Şerhi, Yetkin, Ankara, 2012.
-Feyyaz Gölcüklü & Şeref Gözübüyük: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulanması, Ankara, 9. Baskı, 2011.
-Frédéric Sudre vd: Les grands arrêts de la Cour européenne des droits de l’homme, 6. baskı, Puf, Paris, 2011.
-Güney Dinç: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre adil yargılanma hakkı, İzmir Barosu Yayınları, İzmir, 2006.
-Güney Dinç: Sorularla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye Barolar Birliği, Ankara, 2006.
-Halil Kılıç, 6100 Sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu, Cilt 2, Adalet, Ankara, 2011.
-Jacques Velu & Ruşen Ergeç : La Convention européenne des droits de l’homme, Bruylant, Bruxelles, 1990.
-Laure Milano: Le droit à un tribunal au sens de la Convention européenne des droits de l’homme, Dalloz, Paris, 2006.
-Osman Doğru & Atilla Nalbant: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, 1. Cilt, Avrupa Konseyi/Yargıtay, Ankara, 2012.
-Seda Kalem Berk: Türkiye’de Adalete Erişim, Göstergeler ve Öneriler, TESEV, İstanbul, 2012.
-Sibel İnceoğlu, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2002.
-Vincent Berger: Jurisprudence de la Cour européenne des droits de l’homme, 12. baskı, Sirey, Paris, 2011.
MAKALELER
-Ayşe Kılınç, « Bir insan hakkı olarak adli yardım », Hukuk ve İktisat Araştırmaları Dergisi, Cilt 3, no 1, 2011, s. 1-10.
-Benedetto Conforti, «Immunités de la juridiction civile et Convention européenne des droits de l’homme», Bulletin des droits de l’homme, n 11/12, 2005, s. 1-6.
- Burak Pınar & Nedim Meriç, « Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Yargı Harçlarına Bakışı: Yiğit ve Ülger Davaları Işığında Hak Arama Özgürlüğü ve Yargı Harçları İlişkisi », TBB Dergisi, Sayı 84, 2009, s. 188-212.
-Dilbadi Gasimov, «Comment trouver l’équilibre entre les droits du même individu lorsqu’ils entrent en conflit?», Europe des libertés, n° 31, Ocak 2010, s. 20-21.
-Hanspeter Mock, «Le droit à un procès équitable », Revue trimestrielle des droits de l’homme, 1995, s. 385-400.
-Jean-Paul Costa, «Le droit à un tribunal selon la jurisprudence de la Cour européenne des droits de l’homme », in L’accès direct à un tribunal spécialisé en matière de droit à l’égalité : l’urgence d’agir au Québec ?, Cowansville, Yvon Blais, (Québec), 2008, s. 405-420.
-Jean-Paul Costa, «Le droit à un tribunal, et ses limites, selon la jurisprudence de la Cour européenne des droits de l’homme », in Mélanges en l’honneur de Jean Buffet : la procédure en tous ses états, Petites affiches, Paris, 2004, s. 159-169.
-Josep Casedevall, «Droit à un procès équitable (Article 6 de la C.E.D.H.) », Bulletin des droits de l’homme, n° 11/12, 2005, s. 82-88.
-Julie Meunier, «La notion de procès équitable devant la Cour européenne des droits de l’homme », in Procès équitable et enchevêtrement des espaces normatifs, Hélène Ruiz Fabri (ed), Société de législation comparée, Paris, 2003, s. 185-208.
-Mehmet Akif Poroy, «Harçlar Kanununun 28/a maddesinin AİHM’nin Ülger/Türkiye kararı ve Türk yargısının uygulaması ışığında değerlendirilmesi », TBB Dergisi, Sayı 86, 2009, s. 425-436.
-Nathalie Deffains, «Accès au droit et accès au tribunal dans la jurisprudence de la Cour européenne des droits de l’homme», Civitas Europa, n° 25, Aralık 2010, s. 51-72.
-Philippe Waquet, «L’aide juridictionnelle et l’instance », Recueil Dalloz, 185. sene, n° 32, 24 Eylül 2009, s. 2178-2182.
-P. van Dijk, «Access to Court», in The European System for the Protection of Human Rights, Macdonald, R.St.J., Matscher, F., Petzold, H. (ed.), Nijhoff, Dordrecht – Boston – London, 1993, s. 345-379.
-Pierre Lambert, «Le droit d’accès à un tribunal dans la Convention européenne des Droits de l’Homme », in Le procès équitable et la protection juridictionnelle du citoyen, l’Institut des droits de l’homme des avocats européens et l’Institut des droits de l’homme du barreau de Bordeaux, Bruylant, Brüksel, 2001, s. 57-66.
-Rory Stephan Brown, «Acces to Justice for Victime of Torture», in Access to Justice as a Human Right, ed. Francesco Francioni, Collected courses of the Academy of European Law, vol. 16-4, Oxford University Press, Oxford, 2007, s. 206-235.
-Serkan Yolcu, « Adil yargılanma hakkı karşısında yasama dokunulmazlığını yeniden düşünmek: Atilla Kart olayı üzerine bir deneme », AUHFD, 60 (2) 2001, s. 367-411.
-Yavuz Yılmaz, « Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından bir kanunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı bulunması halinde uygulanacak normun tespiti, Türk Medeni Kanununun 187’inci ve Harçlar Kanununun 28/1 a) maddesi örneği », Adalet Dergisi, 37. Sayı, 2010, s. 50-67.
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARLARI
- Golder/Birleşik Krallık, n 4451/70, 21 Şubat 1975 tarihli karar
- Airey/İrlanda, n 6289/73, 9 Eylül 1979 tarihli karar
- Ashingdane/Birleşik Krallık, n8225/78, 28 Mayıs 1985 tarihli karar
- Tolstoy-Miloslavsky/Birleşik Krallık, n 18139/91, 13 Temmuz 1995 tarihli karar
- Osman/Birleşik Krallık, n23452/94, 28 Ekim 1998 tarihli karar
- Immobiliare Saffi/İtalya, n 22774/93, 29 Temmuz 1999 tarihli karar
- Z. ve diğerleri/Birleşik Krallık, n 29392/95, 10 Mayıs 2001 tarihli karar
- Kreuz/Polonya, n28249/95, 19 Haziran 2001 tarihli karar
- Moldovan ve diğerleri/Romanya, n 41138/98 ve n 64320/04, 12 Temmuz 2005 tarihli karar
- Weissman ve diğerleri/Romanya, no 63945/00, 26 Mayıs 2006 tarihli karar
- Bakan/Türkiye, n° 50939/99, 12 Haziran 2007 tarihli karar
- Ülger/Türkiye, n° 25321/02, 26 Haziran 2007 tarihli karar
- Mehmet ve Suna Yiğit//Türkiye, n° 52658/99, 17 Temmuz 2007 tarihli karar
- Iambor/Romanya, n° 64536/01, 24 Haziran 2008 tarihli karar
- Eyüp Kaya/Türkiye, n° 17582/04, 23 Eylül 2008 tarihli karar
- Menemen Minibüsçüler Odası/Türkiye, n° 44088/04, 9 Aralık 2008 tarihli karar
- Kart/Türkiye, n° 8917/05, 3 Aralık 2009 tarihli karar
- Okçu/Türkiye, n° 39515/03, 21 Temmuz 2009 tarihli karar
- Davran/Türkiye, n° 18342/03, 3 Kasım 2009 tarihli karar
- Miragall Escolano ve diğerleri/İspanya, n° 38366/97, n° 38688/97, n° 40777/98, n° 40843/98, n° 41015/98, n° 41400/98, n° 41446/98, n° 41484/98, n° 41487/98 ve n° 41509/98, 25 Ocak 2000 tarihli karar
- Fatih Yürük/Türkiye, n° 4930/05, 6 Nisan 2010 tarihli karar
- Bek/Türkiye, n° 23522/05, 20 Nisan 2010 tarihli karar
- Adnan Özdemir/Türkiye, n° 4574/06, 20 Mayıs 2010 tarihli karar
- Açış/Türkiye, n° 7050/05, 1 Şubat 2011 tarihli karar
- Alphan/Türkiye, n° 770/04, 8 Şubat 2011 tarihli karar
- Eşref Çakmak/Türkiye, n° 3494/05, 15 Şubat 2011 tarihli karar
- Kaba/Türkiye, n° 1236/05, 1 Mart 2011 tarihli karar
- Sabri Güneş/Türkiye (2. Daire), n° 27396/06, 24 Mayıs 2011 tarihli karar
- Çingil/Türkiye, n° 29672/02, 21 Haziran 2011 tarihli karar
- Kıran/Türkiye, n° 23321/09, 10 Ocak 2012 tarihli karar
- Alkan/Türkiye, n° 17725/07, 7 Şubat 2012 tarihli karar
- Sabri Güneş/Türkiye (Büyük Daire), n° 27396/06, 29 Haziran 2012 tarihli karar
ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI
-Anayasa Mahkemesi, 1999/1 Esas, 1999/33 Karar ve 20 Temmuz 1999 tarihli karar
-Anayasa Mahkemesi, 2004/103 Esas, 2008/121 Karar ve 12 Haziran 2008 tarihli karar
-Anayasa Mahkemesi, 2011/54 Esas, 2011/142 Karar ve 20 Kasım 2011 tarihli karar
DİĞER KAYNAKLAR
-Avrupa Birliği Adalet Divanı, Marguerite Johnston/Chief Constable of the Royal Ulster Constabulary, n° 222/84, 15 Mayıs 1986 tarihli karar
-Adalet Bakanlığı Stratejik Raporu, 2010-2014
[2] Jacques Velu & Ruşen Ergeç, La Convention européenne des droits de l’homme, Bruylant, Bruxelles, 1990, s. 400.
[4] AİHM, Golder/Birleşik Krallık, n° 4451/70, 21 Şubat 1975 tarihli karar, §§ 35–36. Bu çalışmada kullanılan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tüm kararlarına, Mahkeme’nin resmi İnternet sitesi (www.echr.coe.int) üzerinden ulaşılmıştır.
[5] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında « mahkeme hakkı » ile ilgili olarak kapsamlı bir çalışma için bkz., Laure Milano, Le droit à un tribunal au sens de la Convention européenne des droits de l’homme, Dalloz, Paris, 2006.
[6] Sözleşme’nin 6 § 1 maddesi anlamında mahkemeye ulaşma hakkı sadece idari davaları ve hukuk davalarını ilgilendirmektedir ; ceza yargılaması ile ilgili mahkemeye ulaşma hakkı ve buna bağlı adli yardım mekanizması ile ilgili davalar, Sözleşme’nin 6 § 3 maddesi altında incelenmektedir. Ayrıca, mahkemeye erişim hakkı Sözleşme’nin diğer hükümleri altında farklı şekillerde korunmaktadır. Sözleşme’nin 5 § 4 maddesi, hürriyetinden mahrum bırakılan herkese, hürriyetten mahrumiyet tedbirine karşı bir yargı organı önünde itiraz etme hakkı tanıyarak, ilgili şahsa mahkemeye ulaşma imkanı tanımaktadır. Ayrıca, Sözleşme’nin 2. ve 3. maddelerine aykırı fiillere maruz kalan mağdurlar ve bazı durumlarda mağdur yakınları, şikayetlerini iletecekleri bir yargı organına ulaşabilmeleri gerekmektedir. Böyle bir yargı organına ulaşamamaları veya yaptıkları başvuruların etkili bir şekilde incelenmemesi, yine mahkemeye ulaşma hakkına aykırıdır. Ancak bu tür şikayetler, Sözleşme’nin 6 § 1 maddesinden çok, Sözleşme’nin 2. ve 3. maddesi altında devletin etkili soruşturma yapma yükümlülüğü altında incelenmektedir (Jean-Paul Costa, « Le droit à un tribunal et ses limites, selon la jurisprudence de la Cour européenne des droits de l’homme », in Mélanges en l’honneur de Jean Buffet : la procédure en tous ses états, Paris, Petites affiches, 2004, s. 163-164). AİHM’e erişim hakkı konusunda ise, bu hak Sözleşme’nin 34. maddesinde öngörülmüştür. Bu maddeye göre devletler, Mahkeme’ye bireysel başvuru hakkını « etkin bir şekilde kullanılmasını hiçbir surette engel olmamayı taahhüt » etmektedirler. Dolayısıyla AİHM önünde yapılan bireysel başvuruyu kısıtlayan ve başvurucuların AİHM’e ulaşmasını engelleyen kamu makamlarının eylemleri, Sözleşme’nin 34. maddesinin ihlal edilmesine neden olabilmektedir (Örnek olarak bkz., AİHM, Iambor/Romanya, n° 64536/01, 24 Haziran 2008 tarihli karar, §§ 212-217).
[7] Mahkeme’ye erişim hakkı aynı zamanda Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 14. maddesinde zımnen ve Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın 47. maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Ayrıca Avrupa Birliği Adalet Divanı bu hakkı, Marguerite Johnston/Chief Constable of the Royal Ulster Constabulary (n° 222/84, 15 Mayıs 1986 tarihli karar) kararıyla tanımıştır (http://eur-lex.europa.eu).
[8] Frédéric Sudre vd, Les grands arrêts de la Cour européenne des droits de l’homme, 6. baskı, Puf, Paris, 2011, s. 295.
[9] Osman Doğru & Atilla Nalbant, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, 1. Cilt, Avrupa Konseyi/Yargıtay, Ankara, 2012, s. 620.
[10] Nathalie Deffains, « Accès au droit et accès au tribunal dans la jurisprudence de la Cour européenne des droits de l’homme », Civitas Europa, n° 25, Aralık 2010, s. 51-52.
[11] Adalet Bakanlığı Stratejik Raporu, 2010-2014, s. 124 (bu belgeye (http://www.adalet.gov.tr) internet sitesinden 14 Ocak 2013 tarihinde ulaşılmıştır).
[12] Seda Kalem Berk, Türkiye’de Adalete Erişim, Göstergeler ve Öneriler, TESEV, İstanbul, 2012, s. 18 ; Hanspeter Mock, « Le droit à un procès équitable », Revue trimestrielle des droits de l’homme, 1995, s. 392 ve Ayşe Kılınç, « Bir insan hakkı olarak adli yardım », Hukuk ve İktisat Araştırmaları Dergisi, Cilt 3, no 1, 2011, s. 4 (bu makaleye http://www.sobiad.org) sitesinden 24 Mart 2013 tarihinde ulaşılmıştır).
[15] Güney Dinç, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre adil yargılanma hakkı, İzmir Barosu Yayınları, İzmir, 2006, s. 34.
[18] AİHM, Moldovan ve diğerleri/Romanya, n° 41138/98 ve n° 64320/04, 12 Temmuz 2005 tarihli karar, § 118.
[21] Mahkemeye erişim hakkı ile ilgili olarak genel ilkelerin özeti konusunda, bkz., Benedetto Conforti, « Immunités de la juridiction civile et Convention européenne des droits de l’homme », Bulletin des droits de l’homme, n° 11/12, 2005, s. 1-6 ; Jean-Paul Costa, « Le droit à un tribunal selon la jurisprudence de la Cour européenne des droits de l’homme », in L’accès direct à un tribunal spécialisé en matière de droit à l’égalité : l’urgence d’agir au Québec ?, Cowansville, Yvon Blais, (Québec), 2008, s. 405-420 ; Pierre Lambert, « Le droit d’accès à un tribunal dans la Convention européenne des Droits de l’Homme », in Le procès équitable et la protection juridictionnelle du citoyen, l’Institut des droits de l’homme des avocats européens et l’Institut des droits de l’homme du barreau de Bordeaux, Bruylant, Brüksel, 2001, s. 60-66 ; Rory Stephan Brown, « Acces to Justice for Victime of Torture », in Access to Justice as a Human Right, ed. Francesco Francioni, Collected courses of the Academy of European Law, vol. 16-4, Oxford University Press, Oxford, 2007, s. 218-222; P. van Dijk, « Access to Court », in The European System for the Protection of Human Rights, Macdonald, R.St.J., Matscher, F., Petzold, H. (ed.), Nijhoff, Dordrecht – Boston – London, 1993, s. 345-354; Julie Meunier, « La notion de procès équitable devant la Cour européenne des droits de l’homme », in Procès équitable et enchevêtrement des espaces normatifs, Hélène Ruiz Fabri (ed), Société de législation comparée, Paris, 2003, s. 189-190.
[22] Philippe Waquet, « L’aide juridictionnelle et l’instance », Recueil Dalloz, 185. sene, n° 32 (24 Eylül 2009), s. 2182.
[23] Türk hukukunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile uyumlu olan bir noktası milletvekilliği dokunulmazlıklarıyla ilgilidir. Kart/Türkiye davasında (n° 8917/05, 3 Aralık 2009 tarihli karar) İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi, milletvekilliği dokunulmazlığından dolayı bir milletvekilinin yargılanamaması ve bu nedenle masum olduğunu ispatlayamamasının Sözleşme’nin 6. maddesine aykırı olmadığına karar vermiştir (davanın yorumu için bkz., Dilbadi Gasimov, « Comment trouver l’équilibre entre les droits du même individu lorsqu’ils entrent en conflit ? », Europe des libertés, n° 31, Ocak 2010, s. 20-21 ve Serkan Yolcu, « Adil yargılanma hakkı karşısında yasama dokunulmazlığını yeniden düşünmek: Atilla Kart olayı üzerine bir deneme », AUHFD, 60 (2) 2001, s. 367-411).
[25] AİHM, Tolstoy-Miloslavsky/Birleşik Krallık, n° 18139/91, 13 Temmuz 1995 tarihli karar, § 61 ve devamı.
[29] Türk Barolar Birliği Adli Yardım Yönetmeliği’nin 1. maddesi adli yardımın amacının « (…) bireylerin hak arama özgürlüklerinin önündeki engelleri aşmak ve hak arama özgürlüğünün kullanımında eşitliği sağlamak üzere, avukatlık ücretini ve yargılama giderlerini karşılama olanağı bulunmayanların avukatlık hizmetlerinden yararlandırılması » olduğu belirtilmiştir.
[39] Örnekler daha da çoğaltılabilir: Kaba/Türkiye, (a.g.k.), Alkan/Türkiye (n° 17725/07, 7 Şubat 2012 tarihli karar) ve Kıran/Türkiye (n° 23321/09, 10 Ocak 2012 tarihli karar) davalarında AİHM aynı şekilde, harçların ödenmemesinden dolayı davaların açılmamış sayılmasına karar verilmesinin Sözleşme’nin 6.maddesi ile koruma altına alınan mahkemeye ulaşma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
[42] Bir avukat tarafından temsil edilme ile ilgili olarak Mahkeme, Danıştay’ın avukatla temsil edilen davacıların dava harçlarını da ödeyebileceğini belirten bir içtihadına gönderme yapmaktadır (AİHM, Bakan/Türkiye, a.g.k, § 41) ve bu durumu açıkça eleştirmektedir (AİHM, Mehmet ve Suna Yiğit/Türkiye, n° 52658/99, 17 Temmuz 2007 tarihli karar, § 37). Mehmet ve Suna Yiğit/Türkiye kararının analizi için bkz. Burak Pınar & Nedim Meriç, « Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Yargı Harçlarına Bakışı: Yiğit ve Ülger Davaları Işığında Hak Arama Özgürlüğü ve Yargı Harçları İlişkisi », TBB Dergisi, Sayı 84, 2009, s. 203-205.
[43] 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 334. maddesi şu şekildedir : « (1) Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, haklı oldukları yolunda kanaat uyandırmak kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler. (2) Kamuya yararlı dernek ve vakıflar, iddia ve savunmalarında haklı göründükleri ve mali açıdan zor duruma düşmeden gerekli giderleri kısmen veya tamamen ödeyemeyecek durumda oldukları takdirde adli yardımdan yararlanabilirler ».
[44] Ceza davaları ile ilgili olarak, 2011 yılında verilen Anayasa Mahkemesi’nin bir kararı (2011/54 Esas, 2011/142 Karar ve 20 Kasım 2011 tarihli) üzerinde durmak gerekmektedir. Bu davada, 6217 sayılı Kanun’un 13. maddesiyle 492 sayılı Kanununda değişiklik yapılarak, ceza yargılaması alanındaki kanun yolu başvurularında harç alınması düzenlenmiştir. Bu değişiklikle, Yargıtay ceza dairelerine yapılacak temyiz başvurularından 40 TL harç alınması öngörülmüştü. Anayasa Mahkemesi yerinde bir kararla ve AİHM’nin içtihatlarından çıkan kriterleri gözönünde bulundurarak bu hükmü iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesi, AİHM’nin ölçütlerini benimsediği bu kararında şunları ifade etmiştir: « Ödeme gücü olmayanlara etkili adlî yardım sağlayacak bir sistem itiraz konusu kuralla birlikte düzenlenmediği gibi, genel olarak ceza yargılaması alanında da, harçlar dâhil “yargılama giderlerinden muafiyet” sağlayan adlî yardım düzenlemesi bulunmamaktadır. Yine hukukumuzda adlî yardıma ilişkin tek düzenleme olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ilgili hükümlerinin, kuralla getirilen temyiz harcı bakımından da uygulanmasını sağlayacak herhangi bir atıf yapılmamıştır. Dolayısıyla kural, ödeme gücü olmayanlar bakımından mahkemeye erişim hakkını engelleyecek niteliktedir ».
[45] Bkz., örnek olarak, AİHM, Immobiliare Saffi/İtalya, n° 22774/93, 29 Temmuz 1999 tarihli karar, § 63.
[47] 492 Sayılı Harçlar Kanununun 32. maddesinin ilgili bölümü şu şekildedir: « Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla (…) ».
[48] Mehmet Akif Poroy, « Harçlar Kanununun 28/a maddesinin AİHM’nin Ülger/Türkiye kararı ve Türk yargısının uygulaması ışığında değerlendirilmesi », TBB Dergisi, Sayı 86, 2009, s. 427.
[50] Ülger/Türkiye davasındaki ihlal kararının analizi ve bu ihlalin sonucu olarak ortaya çıkan mevzuat değişikliği için bkz., Yavuz Yılmaz, « Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından bir kanunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı bulunması halinde uygulanacak normun tespiti, Türk Medeni Kanununun 187’inci ve Harçlar Kanununun 28/1 a) maddesi örneği », Adalet Dergisi, 37. Sayı, 2010, s. 52-66 ve Burak Pınar & Nedim Meriç, a.g.e. s. 205.
[51] Yapılan değişiklikten sonra bu hüküm şu şekli almıştır: « Bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olması, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konulmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmez ».
[53] Buna karşın, manevi tazminatın bölünmezliği ilkesi gereğince manevi tazminat talepleri sonradan değiştirilememektedir. Bu konu ile ilgili her ne kadar AİHM tarafından verilen bir karar olmasa da, manevi tazminat ile ilgili bu durum mahkemeye erişim hakkı anlamında sorun çıkarmaya aday görünmektedir.
[54] AİHM, Miragall Escolano ve diğerleri/İspanya, n° 38366/97, n° 38688/97, n° 40777/98, n° 40843/98, n° 41015/98, n° 41400/98, n° 41446/98, n° 41484/98, n° 41487/98 ve n° 41509/98, 25 Ocak 2000 tarihli karar, § 36.
[57] Anayasa Mahkemesi, 1999/1 Esas, 1999/33 Karar ve 20 Temmuz 1999 tarihli karar (Bu çalışmada kullanılan Anayasa Mahkemesi’nin tüm kararlarına, Yüksek Mahkeme’nin resmi İnternet sitesi (www.adalet.gov.tr) üzerinden ulaşılmıştır.
[62] AİHM, Alkan/Türkiye, a.g.k., § 32 ve § 33. Bkz. ayrıca Güney Dinç, Sorularla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye Barolar Birliği, Ankara, 2006, s. 199.
[63] David Harris & Michael O’Boyle & Ed Bates & Carla Buckley, Law of the European Convention on Human Rights, 2. baskı, Oxford University Press, Oxford, 2009, s. 246.
[64] Okçu/Türkiye davasında Hükümet, davanın açıldığı zamandaki tazminat miktarı (100 000 000 000 TL) ile bilirkişi raporunda belirtilen tazminat miktarı (254 101 698 965 TL) arasındaki farkın tam yargı davası açılarak veya Borçlar Kanununun 105. maddesine dayanılarak talep edilebileceğini iddia etmiştir. AİHM bu argümanı yerinde bulmamıştır. Gerekçe olarak Mahkeme, Danıştay’ın konuyla ilgili farklı içtihatlarını ve İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesinde öngörülen süreyi öne sürmüştür. AİHM’ne göre, makul şartlar altında başvurucu ek bir dava açmış olsaydı bile, bu ek dava zamanaşımı nedeniyle reddedilecekti. Borçlar Kanununun 105. maddesine göre bir dava açma imkânıyla ilgili olarak Mahkeme, Türk idare hukukunda böyle bir yolun öngörülmediğini söylemiştir. Kaldı ki AİHM, Hükümet’in bu konuda tezini destekleyen herhangi bir içtihat da sunmadığını belirtmiştir.
[67] Türkiye’de bazen uygulamalardan kaynaklanan sorunlar, şahısların mah-kemeye erişim haklarını engelleyebilmektedir. Bunun en açık örneği Menemen Minibüsçüler Odası/Türkiye davasıdır. Mahkeme bu davada, İdari Yargılama Usulüne aykırı olarak kendisini ilgilendiren iki yargılamada başvurucu kooperatife tebliğ yapılmamasından dolayı, başvurucunun kendini savunma hakkından mahrum bırakıldığını ve dolayısıyla mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (AİHM, Menemen Minibüsçüler Odası/Türkiye, n° 44088/04, 9 Aralık 2008 tarihli karar). Uygulamadan doğan bir diğer ihlal kararı Davran/Türkiye davasında verilmiştir. Bu davada, ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararın tutuklu olan başvurucuya tebliğ edilmeden ilanla tebliğe çıkarılması ve bu nedenle başvurucunun, aleyhine olan ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararı temyiz etme hakkından mahrum bırakılması söz konusudur. Bu durum da aynı şekilde mahkemeye ulaşma hakkının ihlali sonucunu doğurmuştur (AİHM, Davran/Türkiye, n° 18342/03, 3 Kasım 2009 tarihli karar).